Foucault sarkacı
Foucault sarkacı, adını Fransız fizikçi Léon Foucault'dan alan, ilk defa deneysel olarak Dünya'nın kendi ekseni çevresinde döndüğünü kanıtlayan sarkaç düzeneği.

Bir sarkacın asılma noktası değiştiği halde salınımının değişmediğini gözleyen Foucault, yeterince büyük bir sarkaç harekete geçirildiğinde, bunun salınım düzeninin değişmeyeceğini, fakat yerin, yani Dünya'nın hareket edeceği kuramını geliştirmiştir. Eğer Dünya dönüyorsa, Dünya ile birlikte sarkacı izleyen gözlemciler de dönecekler, buna karşın sarkacın salınım düzlemi hareketsiz kalacaktı. Bu nedenle sarkacın salınım düzlemi gözlemcilere göre yavaşça hareket ediyor gibi görünecekti. Gerçekte ise, gözlemcilerin dolaysız bir yolla izlemiş oldukları olay, Dünya'nın kendi etrafında dönmesinin bir sonucuydu.

Düşünceleri ile toplumda büyük bir ilgi uyandıran Foucault'ya imparator III. Napolyon, deneyini Paris'teki büyük kubbeli Panthéon binasında yapmasına izin vermiştir. Foucault, kubbenin ortasına 67 metrelik çelik telle 28 kg ağırlığında bir demir top asmıştır. Topun alt tarafına sivri bir uç takılarak, yere serili ince kum tabakasında, bu ucun bıraktığı izlerden yararlanarak, sarkacın salınım düzlemindeki değişimin gözlemciler tarafından izlenebilmesi sağlanmıştır.

Bu tarihi deneyi izlemek için Pantheon'a büyük bir kalabalık toplanmıştır. Foucault'nun sarkacı hareket ettirmesinden bir saat önce, titreşim ve hava akımlarına engel olmak üzere, gözlemcilerin hareketsiz ve sessiz olmaları temin edilmiştir. Sessizce salınımına başlayan sarkacın salınım düzleminde, bir süre her hangi bir değişim gözlenmemiştir. Bu sessiz bekleyişin ardından gözlemciler, kumun üzerindeki izlerin yavaşça değiştiğini görmüşlerdir. Sarkacın salınım düzlemi gözle görünür biçimde dönmektedir. Bu topluluk, tarihte ilk kez Dünya'nın kendi ekseni etrafında döndüğüne tanık olmuştur. Foucault'nun 1851'de, bu deney sırasında Pantheon'a yerleştirdiği bu sarkaç hala aynı yerde asılı durmaktadır.

Kuzey Kutbu ya da Güney Kutbu'nda, bir sarkacın salınım düzlemi, altındaki Dünya dönmeye devam ederken, yıldızlara göre değişmeden sabit kalacaktır. Tam turunu tamamlaması bir gün sürecektir.

Foucault sarkacına benzeyen bir düzenekle benzeri bir deney, Foucault'dan iki yüzyıl önce 1661'de Vincenzo Viviani tarafından gerçekleştirilmiştir.

Dünya'daki pek çok kurum, müze ve laboratuarlarda, Foucault sarkacına benzeyen sarkaçlar bulunmaktadır. Hatta Güney Kutbu'nda da bir Foucault sarkacı bulunur. Türkiye'de Bilkent Üniversitesi Fen Fakültesi binasında ve Ege Üniversitesi Rasathanesi, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Bilim Deney Merkezi ve Ankara'da MTA'ya bağlı müzede de ve Isparta Belediyesi Halı Kilim ve Etnografya müzesinnde Foucault sarkacı bulunmaktadır.

Kartal Ovası Muharebesi ya da Kartal Meydan Muharebesi (Rusça: Сражение при Кагуле), Rus kaynaklarında Kagul Meydan Muharebesi olarak geçmektedir; 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nın en önemli kara savaşı olup ayrıca 18. yüzyıldaki en büyük kara savaşlarından biridir. 1 Ağustos 1770'de Rus Ordusu'nun Kaplan Giray komutasındaki Kırım Hanlığı Ordusu'nu yendiği Larga Savaşı'nın hemen 2 hafta sonrasında gerçekleşmiştir.

Muharebeden önceki durum
Hotin kalesinin terk edilmesinden mesul tutulan Sadrazam Moldovancı Ali Paşa 10 Aralık 1769'da azledilmiş ve sadrazam ve serdar-ı ekrem olarak İvazzade Halil Paşa görevlendirilmişti. İvazzade Halil Paşa 1769 kışını Babadağı ordugahında geçirip hazırlıklar yapmıştır. Boğdan'ı işgal eden Ruslar Eflak üzerine geçmişler ve Eflak Voyvodası olan "Gruigor Kiga"'yı esir edip tutuklamışlardı. Daha sonra Rus ordusu Rusçuk karşısında bulunan Yergöğü (Rumence : Giurgiu) kalesine kadar ilerlemişti. Ama Osmanlı ordusu bu Rus ordusunun karşısına çıkıp, onu geri çekilmeye mecbur etmişti. Bununla beraber Rus ordusu Eflak'ın merkezi olan Bükreş'e yerleşmişti.

Bu sırada Kırım Hanı da değiştirilmiş ve IV. Devlet Giray yerine II. Kaplan Giray Kırım Hanı olarak tayin edilmişti. II. Kaplan Giray Babadağı ordugahına gelmiş ve sadrazam İvazzade Halil Paşa ile görüşmüştü. Bu görüşmede Boğdan'ın geri alınması için planlar yapılmıştı. Kaplan Giray Bucak'da bulunan Kırım Tatarları ordusu karargahına geri dönmüştü. Kırım Hanlığı ordusunun Rus ordusu ile yapacağı bu muharebede başarılı olması için Kırım ordusunda bulunmayan top ve tüfek kullanan Osmanlı birlikleri ile takviye edilmesi kararlaştırılmıştı. İsmail Muhafızı Mehmed Paşa, Çorum mutasarrıfı Hasan Paşa ve Dağıstanlı Ali Paşa komutasında Osmanlı birlikleri Kırım Tatarları ordusuna takviye sağlamak için gönderildi. 

Rus ordusu komutanı Pyotr Rumyantsev  Osmanlı takviyeli Kırım güçlerinin Boğdan'ı geri almak için harekata geçeceklerini anlamış ve tüm kuvvetlerini kendi komutasında birleştirip "Hantepesi"'nde mevzilendirmişti. Halbuki Osmanlı-Kırım planına göre takviyeli Kırım Tatarları gücü Hantepesi yolundan gitmeyip Prut Nehri'ni geçerek Yaş üzerine gitmesi öngörülmüştü. Fakat kış ve ilkbahar selleri dolayısıyla Prut Nehri'nin çok coşkun bir hal alıp üzerinde köprü kurmaya elverişli olmadığı anlaşıldı. Ayrıca Rus ordusu komutanı, takviyeli Kırım ordusunun Prut Nehri'ni geçme girişimi yapacağını anlayarak bu geçişi önlemek için nehrin karşında top bataryaları dizdirdi. Bu nedenlerle takviyeli Kırım ordusu planları değiştirildi ve Kırım ordusu Hantepesi'de mevzilenmiş olan Rus güçlerinin üzerine gitmeye başladı.

Takviyeli Kırım güçleri Rus ordusu ile birkaç çarpışma yaptılarsa da Rus ordusunu tahkimatlarından sökemediler. Serdar-ı ekreme haber gönderek daha büyük bir yaya piyade gücü desteği istediler ve bir destek piyade gücü de Kırım ordusuna yeni takviye olarak gönderildi. Aynı zamanda serdar-ı ekrem Halil Paşa planları daha da değiştirerek Buğdan seraskeri olan Abdi Paşa'ya komutasındaki Rumeli eyalet askeri ve diğer güçlerle birlikte Tuna'nın karşısında bulunan Kartal sahrasına geçip Rus gücü üzerine gitmesi için emir gönderdi. Daha önceki plana göre Abdi Paşa komutasındaki önemli kuvvet Siret Nehri'ni geçecek; Fokşani üzerinden Yaş'a yönelecekti. Bu planı casusları ile öğrenen Ruslar Yaş yakınlarında bir pusu bile kurmuşlardı. Serdar-ı ekremden aldığı yeni emir üzerine Abdi Paşa Prut Nehri'ni geçip takviyeli Kırım ordusuna yakın bir yerde konaklayarak Rus ordusu ile çarpışmaya başladı. Rus ordusunun hiç mevzilerinden kımıldamamasını Kırım Hanı ve Abdi Paşa, onların iaşe bulmada zorluk çektiğine yormuşlardı ve Kırım ordusu ve Abdi Paşa ordusu birlikle Rus ordusu üzerine bir baskın yapmaya karar verdiler. Rus ordusu komutanı bu baskın haberini Kırım ve Osmanlı ordularındaki casusları ile haber almıştı. Kırım ordusu ile Abdi Paşa ordusu daha birleşmeden, Rus ordusu Falcı geçidinden geçip daha Osmanlı orduları birleşmeden önce Kırım ordusu üzreine ve sonra da Abdi Paşa ordusu üzerine birbiri ardından iki baskın yaptı. İki baskında da Kırım ve Osmanlı orduları yenilgiye uğradılar ve bu nedenle Boğdan'ı Ruslardan geri alma ümidi de kayboldu. Kırım Hanı ve Abdi Paşa durumu serdar-ı ekrem Halil Paşa'ya bildirdiler ve durumu değiştirmek için Sadrazam'ın ana Osmanlı ordusu ile bizzat kendilerine katılmasını istediler. 

Kartal Ovası Muharabesi
Bu sırada Serdar-ı ekrem Babadağı karargahında bir harp meclisi toplamıştı. Bu toplantıda Yeniçeri Ağası olan Kapıkıran Mehmet Paşa yeniçeri güçleri ile Tuna'yı geçip Kartal sahrasında ilerleyip Kırım Hanı ve Abdi Paşa güçleri ile bağlantı kurup bir ana üçlü saç ayağı kurup Rus ordusunu çembere alma planını sundu. Bu plan ordu erkanı tarafından uygun görüldü. Buna uyularak Osmanlı yeniçeri gücü tüm levazimatı ve zahire iaşeleri ile birlikte Tuna'dan karşı yakaya geçtiler ve Kartal sahrasında ileriye yürüyüşe başladılar. 

Rus baskınlarında bozguna uğrayıp kaçan Kırım ve Abdi Paşa askerinin bir kısmı, bu ilerleyen yeniçeri gücüne katıldı. Bunların verdiği yeni haberi değerlendiren yeniçeri ağası, geri dönüp Kartal sahrasının diğer ucuna gelip durumu haberci ile sadrazama bildirdi. Bu sırada sadrazam karagahına Kırım Hanı ve Abdi Paşa'nın gönderdiği resmi durum raporları da gelmişti. Bu raporlarda düşman Rus gücünün sanıldığından daha çok fazla olduğunu; ellerindeki mevcut güçler ile bu güçlü Rus ordusu karşısında durulamayacağını; karşı durmak için iyi yetişmiş 60.000 kadar askerin gerektiğini ve sadrazamın bu ordu ile birlikte bizzat gelmesi gerektiğini bildirmişlerdi. Bunun üzerine İvazzade Halil Paşa bütün Osmanlı ordusunu "üstü açık" adı verilen kayıklarla bir ay içinde Tuna Nehri'ni geçirtti. Kartal sahrasına geçerek tüm ordu ile Rus ordusu üzerine yürüdü.  Bu arada Ruslar Larga Muharebesi'nde Kırım Hanı komutasındaki Osmanlı ve Kırım Askerlerini büyük bir yenilgiye uğrattılar.

Bu sırada Rus ordusu Larga Muharebesi'nde mağlup ettiği takviyeli Kırım güçlerini takip etmekteydi ve Osmanlı ordusunun Tuna Nehri'nin karşısına geçtiği hakkında haberleri bulunmamaktaydı. Rus ordusu Prut Nehri'nin Tuna'ya kavuşma mevkine gelip yüzbinden daha büyük Osmanlı ordusu ile karşılaşınca, Rus ordusu komutanı şaşırdı. Kırım Hanı takviyeli süvari güçleri ile Rus ordusunun sol kolunda mevki almıştı ve Rus ordusunun geri dönüp çekilmesini önlemekteydi. Netice de, Ruslar tarafından Kırım ordusuna karşı kazanılan Larga Muharebesi zaferine rağmen, Pyotr Rumyantsev komutasındaki Rus Ordusu, 60.000 kişilik Kırım Hanlığı ve Sadrazam İvazzade Halil Paşa komutasındaki 75.000 kişilik (bazı kaynaklarda 100.000 kişi) Osmanlı Ordusu tarafından çembere alınıp, Prut Nehri'nin bir kolu olan Kagül Irmağı yakınlarında sıkıştırıldı. Bu zor durumda, sayıca ve top yönünden üstün kuvvetler karşısında Büyük Petro'nun 1711 Prut Savaşı'ndaki durumuna düşmemek için, Rus General Pyotr Rumyantsev 40,000 (bazı kaynaklara göre 18.000) askeri ile piyade kareleri oluşturtu.

Serdar-ı ekrem İvazzade Halil Paşa ise gayet temkinli davranmaya karar vermişti. Mevcudu nisbeten çok küçük olan Rus gücüne karşı muhaharebeye başlamadan üç kat siper kazdırmıştı. Rus generali, takviyeli Kırım Hanlığı kuvvetlerinin yardıma gelmesine fırsat kalmadan hızla çemberi yarmayı hedeflenmişti. Rus gücü beşer taburluk kareler halinde tedbir almışlardı. Saldırı yönü olarak 75.000 kişilik Osmanlı Ordusu'nu ve kampını seçmişlerdi. Ruslar sabaha yakın harbeli tüfekleriyle ani olarak bir saldırıya karar vermişlerdi. Rus gücünün bu disiplinli taaruzu gerçekleşince Rusların karşısında bulunan nizamsız ve talimsiz olan Osmanlı askerleri bu taaruza karşı koyamadılar ve siperlere doğru kaçmaya koyuldular. Sayıca kendilerine göre son derece az bir kuvvetin taarruzuna karşın ilk başta karşıya geçmiş olan yeniçeri piyade kuvvetlerinin karşı saldırısını da Ruslar geri püskürttüler. Hemen ardından Osmanlı güçleri arasında bir panik başlayıp siperdeki kuvvetlerin kaçmaya başlaması ile bütün Osmanlı Ordusu'nun çekilişine ve tam bir bozguna dönüştü. Tuna Nehri üzerinde geriye geçecek bir köprü bulunmadığı için Osmanlı ordusunda çok büyük insan zayiatı meydana geldi. Ruslar Osmanlı çemberini yarmakla kalmayıp, bir de esas Osmanlı Ordusu'nu ağır bir yenilgiye uğratmışlardı. Kartal sahrasında Debbağ köprüsü mevkinde yapılan bu muharebe 8 saat sürmüştür. 

Savaş alanının yaklaşık 20 km ilerisinde Kırım Hanlığı'nın 40.000 kişilik süvari güçleri, takviye kuvvetleri ve Abdi Paşa ordusu olmasına rağmen bunların muharebeye katılma fırsatları bile olamamıştı.

Ruslar zayiatlarını 1.000 kişi olarak bildirirler. Osmanlı kaynakları ise Osmanlı askerlerinin üçte birinin şehit düştüğünü ve Rusların eline 130 ile 142 pare arası top ve 7000 zahire yüklü araba geçtiğini bildirirler.

Osmanlı ordusundaki askerlerin yeterince eğitim görmediğini ve bir düzene sahip olmadığını serdar-ı ekrem İvazzade Halil Paşa anlaşmamıştı. Ayrıca büyük bir orduyu Tuna Nehri üzerine köprüler kurmadan kayıklarla bir ay süren bir faaliyetle karşı yakaya geçirip, mağlubiyet olasığına karşı oradan nasıl geri dönüleceğini hiç düşünmmesi onun komutanlık hatalarındandır. Halbuki Osmanlı devletinin büyük yenilgilerinden olan Sen Gotthard Muharebesi ve Zenta Muharebesi aynı şekilde köprü kurmadan büyük nehirlerden karşı yakaya geçme sırasında ortaya çıktığının hatırlanması gerekmekteydi. Bundan başka İvazzade Halil Paşa düşmanı mağlup edeceğini düşünerek Hotin üzerine gidileceğini düşünmekte idi. Osmanlı ordusunun tüm ağırlıkları ve büyük miktarda zahire de Osmanlı ordusu ile birlikte Tuna'dan karşıya geçirilmişti. Bunlar bu mağlubiyet dolayısıyla Ruslar eline geçmiştir. 

Kartal Muharebesi Sonuçları
Kartal Ovası Muharebesi'nde mağlubiyet haberi gelince muharebeye katılmayan Kırım Hanı ve Abdi Paşa komutalarındaki 40.000 kisilik Kırım Tatarı ve Osmanlı ordusu İsmail tarafından Tolca'ya gitmeyip bataklıklar etrafından dolanıp Özi kalesine kaçmışlardır.

Kartal Ovası Muharebesi mağlubiyeti üzerine Aralık 1770'de Osmanlı sadrazamı ve serdar-ı ekremi olan İvazzade Halil Paşa bu görevlerden azledildi. Yerine Karadağ isyanını başari ile bastıran Silahdar Mehmed Paşa sadrazam ve serdar-ı ekremlik görevine getirildi. 

Bu muharebeye kadar defalarca Rus ordusunu mağlup ederek teslim olmayan Bender kalesi Temmuz'dan beri kaleyi kuşatma altında tutan Rus generali Kont Panin'e teslim olmak zorunda kaldı.

İzmail kalesi ise Rus General Ranin'e teslim oldu. Tuna'nın sol sahillerinde kalan diğer Bucak bölgesi kaleleri Kili, İbrail ve Akkerman kaleleri de Rusların eline geçti. Eflak tümüyle Rus işgali altına girdi. 

Rusların Tuna'yı geçmeleri üzerine Babadağı'nın Osmanlı kış ordugahı olması durumu tehlikeli hale girdi ve Hacıoğlu Pazarı'nın kışlık ordugah olması kabul edildi. Fakat İstanbul'da Sultan III. Mustafa bunu kabul etmeden İstanbul'dan gelen padişah şahsi iradesi üzerine sadrazamin Babadağı'nda ve Kırım Hanı'nın da Babadağı ile Tolca arasında kışlamaları gerekti. Halbuki o sadrazam, mahiyetinde mektupçu olan Abdurrezak Bahir Efendi'yi Babadağı'nın kışlık olarak seçilmemesinin nedenlerini şahsen sultan anlatmak icin göndermişti, ama III. Mustafa bunları dinlememişti. Neticede 1771'de Ruslar Babadağı geçici süreliğine işgal ettiler. Osmanlılar burayı tekrar geri alsa da 1773 yılındaki muharebeler de Babadağı, Ruslarca tekrar yakılıp yıkılıp, savaş sonuna kadar işgal edildi.

Bu muharebe aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu üzerinde pek çok yıkıcı etkilere sebep oldu, İmparatorluğun Karadeniz'deki hakimiyetine de son verip, Kırım Hanlığı'nın, Rus işgaline açılmasının ve Rusya himayesine girmesinin önünü açtı.

Osmanlı ordusu büyük bir moral çöküntüsü içine girdi ve ordunun, süvari kuvvetlerinin teknolojik yönden geri kalmışlığını ortaya çıktı, bundan sonra savaş Osmanlı İmparatorluğu aleyhine bir gelişme gösterdi. Osmanlı ordusu bir daha savaş boyunca savunmaya çekilmek zorunda kaldı.

Bu muharebeden ve Bender'in Ruslar eline geçmesinden sonra 13 Eylül 1770'de Rus başkomutanı Pyotr Rumyantsev serdar-ı ekrem Halil Paşa'ya Türkçe bilir yarbay Petro Yuvan adlı bir delege ile bir mektup göndermiş ve Tuna'yı geçmeden bir ateşkes ve barış yapılmasının uygun olacağını bu mektupta belirtmiştir ve bu kişinin bu görüşmeler için Rus temsilcisi olacağı da bildirilmiştir. Serdar-ı ekrem bu durumu İstanbul'a bildirmiştir. Gelen cevap sulh için nizamın İstanbul'dan verileceği olmuştur. Nizam verme için İstanbul'daki hükümet Prusya ve Avusturya ile daha sonuç vermeyen aracılık yapma müzakereleri yapmaktaydı.  Fakat Ruslara aracılık kabul etmediler ve Avusturya ve Prusya ile yaptıkları Bükreş görüşmeleri sonuçsuz kaldı. Bu muharebeden sonra 1773'te Rusçuk, Silistre ve Varna'da kazanılan Osmanlı zaferleri dahi bu kötü gidişi önleyemedi, Rus Ordusu Şumnu'ya kadar ilerledi.

4 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Hanlığı ve Karadeniz üzerindeki egemenliğini resmen kaybetti, ağır koşullar içeren Küçük Kaynarca Antlaşması'nı imzalamak ve askeri açıdan reformlara girişmek zorunda kaldı.

Kobalt elementi, kimya biliminde yer alan bir element olmakla birlikte kendisine periyodik cetvelin VIII grubunda yer bulmaktadır. Kobalt, özellikleri bakımından kimyasal bir elementtir. Aynı zamanda nikel ve de demir ile benzer özellikler göstermektedir.

İlk kobalt elementi, 1773 senesinde elde edilmiştir. Elementi elde eden bilim adamı ise İsviçreli bir kimyacı olan Brandt’dır. 16. Yüzyıldan itibaren kobaltın oksidi boyarmadde olarak kullanılmaktadır. Bu elementin rengi, gümüş beyazlığında olmakla birlikte aynı zamanda biraz maviye çalmaktadır. Aynı zamanda fiziksel olarak bu element dövülgen bir katılığa sahiptir. Kobalt elementi yerkabuğunda 0,001 oranında bulunmaktadır. Bu orana bakıldığında, bu elementin yeryüzünde oldukça az olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakat Kobalt; bakır, mangan, arsenik, çinko, nikel ve de demir cevherlerinden yan ürün olarak elde edilmektedir. Bu elementin kimya biliminde gösteri Co şeklindedir. Elementin sahip olduğu atom ağırlığı 58,9’dur. Elementin atom numarası ise 27′’dir. Kobalt, bir geçiş metalidir. Elementin fiziksel görünümü ise metaliktir.

Kobalt elementinin oksitlenme sıcaklık derecesi, 300 santigrat dereceyi bulmaktadır. Bu derecede element oksitlenme özelliği gösterir ve de kükürtle birleşir. Bunun neticesinde ise çok güçlü asitlerle çözünmektedir. Kobaltın sahip olduğu başlıca bileşikler iki değerliklidir. Doğada kobalt bakımından zengin olan minerallerin miktarı oldukça az bir seviyededir. Bu elementin çeşitli bileşikleri bulunmaktadır. Bunlardan ilki, “protoksit” adı verilen bileşiktir. Bu bileşik gri yeşil bir renge sahiptir. Protoksit eğer bir asitlioksit ile eritilirse ortaya yeni bileşikler çıkmaktadır. Bu bileşiklerin başlıcaları ise kobalt alüminat, kobalt silikat, kobalt stannat ve de kromitdir. Kobalt bileşiklerin ikincisi ise Kobalt II Klorürdür. Bu bileşik, Hidroklorit adı verilen asidin kobalt II oksit üzerinde etkimesi sonucunda elde edilmektedir. Kobalt II Klorür bileşiğinin en önemli özelliklerinden birisi, bu bileşiğin nem çekmesidir. Bu bileşik bu nedenle su emici olarak kullanılan “silis” adı verilen bir jelle birlikte ortamdaki nem doygunluğunu belirleyebilmek amacıyla kullanılmaktadır. Bileşik normalde pempe bir renge sahipken bu renk, bileşik ısıtıldığında maviye dönmektedir. Kobalt elementinin sahip olduğu 3. Bileşik ise Kobalt sülfürdür. Bu bileşik Kobalt III tuzunun kükürtlü yapıdaki hidrojenle tepkimesi esnasında oluşmaktadır.

5429_k2Kobaltı elde edebilmek için, kükürtlü filizler ve arsenik, kavrulma işleminden geçirilir. Bu işlemin nedeni ise, kobaltı bu maddelerden arındırmaktır. Bu işlemin ardından, kireç kullanılarak özel bir fırında kok yardımı ile indirgenir. Böylece de, yaklaşık olarak içeriğinde %30 civarında kobalt bulunan demir ve bakır kobalt alaşımı elde edilmektedir. Elde edilen bu alaşım asitle çözünmektedir.

Kobaltın kullanım alanlarına bakıldığında ise, karşımıza öncelikle kesici aletlerin yapımı çıkmaktadır. Bunun dışında ise, elektromıknatısların yapımında, elektrik rezistanslarında, aşınmaya ve de yüksek sıcaklığa dayanıklı alaşımlarda, emaye ve boyaların hazırlanmasında ve de korozyona dayanıklı kaplamalarda kobalt elementi kullanılmaktadır. Aynı zamanda Kobalt 60 adı verilen izotop, oldukça önemli gama ışını kaynakları arasında yer almaktadır.

Kristof Kolomb, (Portekizce: Cristóvão Colombo), Latinceleşmiş hali Columbus 1451 - 20 Mayıs 1506), Cenovalı denizci ve kaşiftir. 1492'de Atlantik Okyanusu'nu aşarak Kuzey Amerika'ya ulaşmıştır. İskandinav Vikinglerinin yüzlerce yıl önce Amerika'ya ulaşmış olduğu tarihsel belgelerle kanıtlanmış olmasına rağmen[kaynak belirtilmeli], Kristof Kolomb Amerika'nın kaşifi olarak değerlendirilir. Kolomb'un karşıya Atlantik Okyanusu'na seyahatleri Avrupalı'ların keşif eforları ve batı yarım kürede kolonileşme ile başlar. 

Tarih onun 1492'deki seferine büyük anlam yüklerken, 1498'deki üçüncü seferine kadar gerçekten ana karaya ulaşamamıştır. Aynı şekilde Amerika'ya en erken varan Avrupalı kaşif de değildir. Çünkü, 1492'den önce Avrupalı'ların Atlantik aşırı temaslarının belgeleri vardır. Buna rağmen, gelişen ulus devletleri arasındaki ekonomik rekabet ve kolonyalizmin gelişmesi Kolomb'un seyehatinin böyle kritik zaman gelmesi onu önemli kıldı. Gelişen devletler yeni ticaret yolları ve koloniler arıyorlardı. Bundan dolayı,1492'den önceki dönem Kolomb öncesi olarak bilinir. Bu yolculuğunu İspanyol bayrağı altında yapmıştır. Kristof Kolomb, Amerika'yı keşfetmemiştir sadece buranın hint adaları olduğunu sanıp böyle bir kıtanın varlığını dünyaya duyurmuştur. Ancak keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamadan ölmüştür.

Açık bilgi biyografisine göre, Kolomb Ağustos ya da Ekim 1451'de doğdu.[kaynak belirtilmeli] Babası Domenico Colombo, Cenova ve Savona arasında orta sınıf bir yün dokuma çalışanı idi. Susana Fontanarossa annesi ve Bartelemo erkek kardeşi idi.
Bartelemeo, Lizbon'da haritacılık dükkânında ilk gençlik yıllarında çalışıyordu. Kolomb'un ilk yılları hakkında bilgi azdır. Muhtemelen eksik olan eğitimini alıyordu. Ceneviz diyalektiği ile konuşuyordu. Yazısının birinde, 12 yaşında iken denize gitmiş olacağını iddia ediyordu. 1470'in ilk dönemlerinde Rene I of Anjo'nun hizmetindeydi. Onun başarısız olan Napoli Krallığı'nı feth etme girişimini desteklemek için. Daha sonra, Ege denizindeki bir ada olan Chios'a kısa seyahat yaptı. Mayıs 1476'da, Cenova'dan Kuzey Avrupa'ya değerli kargo taşıyan askeri bir konvoyda yer aldı. 13 Ağustos 1476'da, Güney Portekiz sahilleri açıklarında Portekiz gemilerince yolları kesildi. Kolomb,ardından gelen savaşta yaralandı fakat Portekiz'in küçük bir kasabası olan Lagos' da karaya çıkmayı başardı.

Kristof Kolomb'un varlığını içine alan bol miktarda sanat çalışması olmasına rağmen güvenilir, çağdaş bir resmi bulunamadı. 1595'de Theodero de Bry Kolomb'un yağlı boya bir resminden sonra,madeni bir resim kalıbı yaptı. Bu kalıp, Sebastiano del Piomba'nın portresiyle benzerlik gösterir. Bu nedenle bu yağlı boya portresi Kolomb'u bazı doğruları ile gösterir. Yıllar sonra sanatçı, yazılı tanımlamalardan onun görünümünü yeniledi. Bu yazılar onun kırmızı saçlara sahip olduğunu tanımlıyor ki, yaşamında erken beyazladı. Açık derili kişi olmasına rağmen, çok miktardaki güneş ışığı yüzünü kırmızıya döndürdü.
Kolomb isimli bir dokumacı hakkında, Ceneviz dökümanları buluduysa da (aynı zamanda kaydedildi) ki Kolomb ayrıca İspanyolca da yazıyordu. Ve lisanı portekiz veya Katalanca fonetiği ile kullanıyordu. Kendisi için yazdığı kişisel notlarında, kardeşine, İtalyan arkadaşlarına ve Cenova Bankası'na yazdığı zaman bile. Cenovalı iki erkek kardeşi yün dokumacılarıydı ve İspanyolca da yazıyorlardı. Ceneviz İtalyanca'sı o zaman yazılabilir bir lisan değildi. Latince, diğer taraftan okul dili idi ve Kolomb bunda mükkemmeldi.




Brezilya'da düzenlenen FIFA Dünya Kupası'nı finalde Arjantin'i uzatmalarda tek golle yenen Almanya Milli Takımı kazandı
2014 Dünya Kupası Final maçında Almanya ile Arjantin karşı karşıya geldi. 90 dakikası 0-0 tamamlanan maçın uzatma dakikalarında Mario Götze'nin golüyle Arjantin'i mağlup eden Almanya, Dünya Kupası'nın sahibi oldu. Yarı finalde Brezilya'yı hezimete uğratan Panzerler, finalde bir başka Latin Amerika ülkesini devirerek tarihinde 4. kez Dünya Kupası'nı müzesine götürmüş oldu.
Estadio Maracana'da oynanan maç İtalyan hakem Nicola Rizzoli'nin düdüğü ile başladı. Maçın başında Arjantin etkili gelse de Almanya savunması iyi kapanarak tehlikeyi uzaklaştırdı. Baskısını arttıran Arjantin 30. dakikada Higuain'in vuruşunda topu ağlara gönderdi ancak öncesinde verilen ofsayt kararı nedeniyle ağlara giden top gol değeri kazanmadı. İlk yarının kalan dakikaları büyük çekişmeye sahne oldu. İki takım da karşılıklı pozisyonlara girdi ve gole çok yaklaştı. 45+2. dakikada ise soldan yapılan köşe vuruşunda ceza sahası içinde topa iyi yükselen Höwedes'in kafa vuruşunda meşin yuvarlak direkten döndü. Karşılaşmanın ilk yarısı golsüz eşitlikle tamamlandı.

Maçın ikinci yarısı Arjantin'in vuruşu ile başladı. Mücadelenin ikinci ayrısı da oldukça çekişmeliydi. Arjantin bu yarıda da daha etkili olan taraftı ve galibiyet golü için büyük çaba sarf etti. İkinci yarının devamında iki takım da kupa için son ana kadar mücadele etse de devre golsüz eşitlikle tamamlandı ve maç uzatmalara gitti. Uzatma bölümünün ilk devresinde gol sesi çıkmadı. 113. dakikada Schürrle'nin soldan ceza sahasına ortasında topla buluşan Götze, şık bir vuruşla meşin yuvarlağı filelerle buluşturdu. İlerleyen dakikalarda gelişen ataklar sonuçsuz kalınca Almanya, Dünya Kupası'nı müzesine götürdü.

TARİHE GEÇTİLER

Arjantin ile Almanya, üçüncü kez Dünya Kupası finalinde birbirine rakip oldu. 1986'da kupayı kazanan taraf Arjantin olmuş, Almanya 4 yıl sonra rövanşı almıştı. Bu eşleşme, aynı zamanda, Dünya Kupası'nın final aşamasında en çok tekrarlanan eşleşme olarak tarihe geçmiş oldu.

İTALYA'YI YAKALADI

Brezilya'da düzenlenen 20. FIFA Dünya Kupası'nın finalinde Arjantin'i, oyuna sonradan giren Mario Götze'nin 113. dakikadaki golüyle mağlup eden Almanya, İsviçre 1954, 1974'te ev sahipliği yaptığı turnuva ve İtalya 1990'dan sonra tarihindeki 4. şampiyonluğunu kutladı. Dünya Kupası'nı, 24 yıl sonra müzesine götüren "Panzerler", 4 şampiyonluğu bulunan İtalya'yı yakaladı.
1954, 1966, 1974, 1982,1986, 1990 ve 2002'nin ardından Dünya Kupası'ndaki 8. finalinde, sahadan 4. kez mutlu ayrılan Almanya, kupanın finalinde 1986 ve 1990'dan sonra 3. kez karşılaştığı Arjantin'i, 1990'da olduğu gibi sahadan eli boş gönderdi.
Almanya böylece kupayı 5 defa kaldıran Brezilya'nın ardından "FIFA Dünya Kupası'nın en başarılı 2'inci ülkesi" unvanını İtalya ile paylaştı.

'ALTIN ELDİVEN' NEUER'İN
Turnuvanın en iyi kalecisi Almanya'nın filebekçisi Manuel Neuer seçildi ve Altın Eldiven ödülüne layık görüldü.

'ALTIN TOP' MESSİ'YE

2014 Dünya Kupası Altın Top ödülü Messi'ye verildi.

DNA ikileşmesi (veya Replikasyon) tüm organizmalarda meydana gelen ve DNA kopyalayarak kalıtımın temelini oluşturan biyolojik bir süreçtir. Süreç, bir adet çift iplikli DNA molekülüyle başlar ve iki özdeş DNA'nın oluşumuyla son bulur. Orijinal çift iplikli DNA'nın her ipliği, tamamlayıcı ipliğin üretiminde (yarı korunumlu replikasyon olarak adlandırılan bir süreç) kalıp görevi görür. Hücresel proofreading ve hata kontrol mekanizmaları replikasyonun neredeyse hatasız gerçekleşmesini sağlar.

Günümüzde yapılan araştırmalar sonucu, aynı tip hücrelerde DNA'nın kimyasal özelliğinin ve toplam miktarının nesilden nesile değişmeden aktarıldığı bilinmektedir. Buna göre DNA'nın tüm özellikleri aynı ata hücreden gelen benzer hücrelerde aynı kalmak zorundadır. Bu yüzden ister prokaryotik ister ökaryotik olsun her bir hücre mitoz bölünmeye hazırlanırken, DNA'lar kural olarak tüm uzunlukları boyunca bir ucundan diğer ucuna doğru kendilerini ikiler.

James Watson ve Francis Crick'in 1953'de yayımladıkları makaleleri, ikili sarmalın nasıl kendini eşleyeceği konusunda fikir vermektedir. "Yarı-saklı (semikonservatif) çoğaltma" olarak bilinen bu modelin geçerliliği o zamandan buyana değişmemiştir.

Çoğalmanın genel tarzı açıklık kazandıktan sonra araştırmalar, DNA sentezinin tüm ayrıntıları üzerine yoğunluk kazanmıştır. Günümüzde bilinen, DNA'nın kendini eşlemesi için sayısız enzim ve birçok proteine gerek duyduğudur. Sentez sırasındaki olayların karmaşıklığı bu araştırma alanının son derece aktif kalmasını sağlamıştır.

DNA kendini yarı-saklı eşlemeyle çoğaltır
Watson ve Crick, sarmal açıldığı takdirde, iki atasal zincir boyunca sıralanan bazların eşlenebilecekleri proteinleri kendilerine çekebileceklerini önermişlerdir. Buna göre, bazlar hidrojen bağlarıyla kendine uygun olan (örn. Adenin-Timinle 2'li hidrojen bağı, Guanin-Sitozinle 3'lü hidrojen bağı) bazı çeker ve eşleşir. Her iki kalıp boyunca bu nükleotitler kovalent bağlarla polinükleotit oluşturdukça, birbiriyle özdeş iki DNA zinciri oluşacaktır. Kopyalanan her bir DNA molekülünde bir "eski" bir "yeni" zincir bulunacağından, bu tip bir çoğalma "yarı-saklı (semikonservatif) replikasyon" olarak tanımlanır.

DNA kopyalanması için, yine atasal zincirlerin kalıp olarak görev görmesine dayanan iki ayrı yol daha düşünülmüştür. Bunlar;

Saklı (konservatif) replikasyon; tamamlayıcı polinükleotit zincirleri yine aynı şekilde sentezlenir, ancak burada iki yeni zincir biraraya gelirken, atasal eski zincirler tekrar birleşir. Orijinal sarmal bu şeklide "korunur".
Parçalı (dispersif) replikasyonda; atasal zincirler kopyalama sırasında kırılır ve kırılan DNA parçaları iki yeni çift sarmal içinde dağılır. Böylece her bir zincirde hem yeni hem eski DNA bulunur. Üç olasılık içinde en karmaşık olan yol bu olduğu için, gerçekleşme ihtimali en zayıf olandır. Ancak, deneysel olarak teoride olması mümkündür. Her üç modelde baz eşlenikliğine dayandığı halde, yarı-saklı çoğalma en doğru olanıdır.

Tarihte
1958'de Meselson ve Stahl E.Coli 'de yeni sentezlenen bir DNA'nın bir yeni bir de eski zincir içerdiğini göstererek yarı-saklı çoğalma konusundaki sorunu çözmüşlerdir. Taylor, Woods ve Hughes, baklanın kök uçlarıyla yaptıkları deneyde ökaryotlarda da yarı-saklı çoğalma olduğunu göstermişlerdir. Aynı dönemde Kornberg, E.Coli 'den DNA Polimeraz I'i saflaştırmıştır. Kalıp ve öncü nükleozit trifosfatların bulunduğu ortamda, bu enzimin in vitro DNA sentezi yapabileceğini göstermiştir. Daha sonra DNA Polimeraz II ve III izole edilmiş ve polimeraz III, in vivo DNA kopyalanmasından sorumlu enzim olarak tanınmıştır.

DNA'nın yapısı
Ana madde: DNA
DNA, tüm hücrelerde bulunan, nesilden nesile aktarılabilen çift bir moleküldür. Bu çift molekül, bir sarmaşığın dalları gibi birbiri çevresinde dönerek bir sarmal oluşturur. Sarmaşık dalına benzer her molekül, bir DNA "ipliği"dir. Bu iplikler birbirlerine kimyasal olarak bağlanmış nükleotitlerden oluşur. Nükleotitler ise bir şeker, bir fosfat ve bir de dört çeşit azotlu bazlardan birisinden oluşur. Bu dört çeşit baz, adenin, timin, sitozin ve guanindir. Sırası ile A, T, C ve G harfleri ile kısaltılırlar. Her baz diğer bazların yalnızca bir çeşidi ile hidrojen bağları kurabilir, kural olarak; A ile T, C ile ise G bağ kurabilir.

DNA replikasyonu
DNA molekülünün ikileşmesinde, sarmalın kollarnı birbirine bağlayan zayıf hidrojen bağları fermuar gibi açılır; her iki kolda, eşlerinden ayrılan pürin ve pirimidin uçlarını açıkta bırakır. Hücrenin sitoplazmasında bulunan çeşitli nükleotitlerin iki kol açıldıkça, kollarda bulunan uygun bazların karşılarına gelmeleriyle kendini eşleme başlamış olur. DNA'nın ikili sarmalı birbirinden ayrıldığı zaman, kural olarak Adenin grubu Timin grubuyla, Guanin grubuysa Sitozin grbuyla birleşerek yerlerini alırlar. Diğerleri uymadıkları için geri çevrilirler. Yine aynı şekilde, eski zincirdeki Adeninler Timinlerle, Sitozinler Guanin gruplarıyla ikili sırayı tamamlamak için birleşirler. Bütün nükleotitler eşlendiğinde ise, yeni zincir oluşturulmuş, DNA kendini eşlemiştir. Kopyalanan yeni DNA iplikleri tamamen aynıdır, ancak nadiren çoğalmadaki hatalar nedeniyle kopyalama mükemmel olmaz (bkz. mutasyon).

İkileşme orijini ve çatalı
Ana madde: İkileşme çatalı
Kromozom üzerinde replikasyonun başladığı bölge "replikasyon orijini" olarak adlandırılır. Kromozom üzerinde replikasyonun olduğu noktada sarmala ait zincirlerin açılmasıyla meydana gelen çatala "replikasyon çatalı" denir. Bu çatal, önce sentezin orijin noktasında meydana gelir ve replikasyon devam ettikçe ilerler. Replikasyon çift yönlü ise, orijinden itibaren zıt yöne doğru ilerleyen iki replikasyon çatalı oluşur. Replikasyonun orijini ve yönü ile ilgili kanıtlar açıktır.

Prokaryotlarda DNA ikileşmesi
Ana madde: Prokaryotlarda DNA ikileşmesi
DNA replikasyonunda, ikili sarmal açılır ve sentezin başladığı yer olan replikasyon çatalı oluşur. Proteinler açılan sarmalı kararlı kılar ve replikasyon çatalının önünde oluşan sarılma gerilimini hafifletirler. Sentez, kalıp boyunca belirli bölgelerden RNA Primazın, DNA Polimeraz III'ün polimerizasyonu başlatabileceği serbest 3'-OH ucunu sağlayan kısa bir RNA parçasını sentezlemesiyle başlar. İkili sarmalın antiparalel yapısından dolayı polimeraz III, kesintili zincirde 5'-3' yönünde sürekli DNA sentezi yapar. Kesintili zincir denen karşı zincirde kısa Okazaki fragmanları sentezlenir ve bu fragmanlar daha sonra DNA Ligaz ile birleştirilir. DNA Polimeraz I, RNA primerini uzaklaştırır ve yerine DNA sentezler, ortaya çıkan polinükleotidler (DNA parçaları) DNA Ligaz ile birleştirilir. DNA replikasyonunda yer alan birçok molekülü etkileyen pek çok mutant bakteri ve faj genlerinin izole edilmesi, tüm replikasyon işleminin karmaşık genetik kontrolünün aydınlanmasına yardımcı olmuştur.

Replikon, oriC ve ter
Cairns, izotoplar kullanarak, otoradyografi yöntemiyle replikasyonu izlemiş ve E. coli'de replikasyonun tek bir noktadan (orijinden) başladığını göstermiştir. Bu özgül bölgeye oriC denilmiştir. Bu bölgenin konumu E. coli üzerinde haritalanmış ve 245 baz içerdiği saptanmştır. Bu konuda yapılan başka araştırmalarda da, replikasyonun iki yönlü olduğu ve oriC'nin her iki yönünde hareket ettiği gösterilmiştir. Bu durumda replikasyon ilerledikçe ayrı yönlere doğru birbirinden uzaklaşan iki replikasyon çatalı oluşturur. Bu çatallar tüm kromozom yarı-saklı eşleştikten sonra, "ter" olarak adlandırılan sonlanma bölgesinde birbiriyle birleşir. Bir orijinden replikasyon başladıktan sonra eşleşen DNA'nın uzunluğunun bir birim olduğunu belirten terim "replikon"dur. Buna göre, bakteriyofaj ve bakterilerde DNA sentezi bir noktadan (oriC), başlayıp bir noktada (ter) biter. Bakteriler, tek ve büyük bir kromozoma sahip oldukları için, kromozomun tümü bir "replikon"dur.

DNA polimeraz I, II ve III
Replikasyonun yarı-saklı ve iki yönlü olduğu anlaşıldıktan sonra, birçok moleküler çalışma DNA kalıbı üzerinden tamamlayıcı uzun polinükleotit zincirlerinin gerçek sentezinin nasıl olduğunu anlamaya yönelmiştir. Bu çalışmalarda kullanılan mikroorganizmalarda, sentezde gerekli olan, DNA Polimeraz I, II ve III olarak bilinen enzimlerin varlığı görülmüştür. (bkz. DNA Polimeraz)

Ökaryotlarda DNA ikileşmesi
Ana madde: Ökaryotlarda DNA ikileşmesi
J.H. Taylor, P.Woods ve W.Hughes; 1957'de ökaryotlarda da replikasyonun yarı-saklı olduğunu gösteren kanıtı sunmuşlardır. Vicia faba (bakla) bitkisinin kök uçlarıyla yaptıkları deneyde DNA'yı 3H-timidin ile işaretleyip, otoradyografisini çekmişler ve replikasyonu izlemeyi başarmışlardır. Buradaki replikasyonun yarı-saklı olduğunu kanıtlamışlardır.

Ökaryotlardaki DNA replikasyonu prokaryotlardakine benzer ancak daha karmaşıktır. Her iki sistemde de DNA ikili sarmalı "replikasyon orijini"nden açılarak iki "replikasyon çatalı" meydana gelir. DNA polimerazın yönlendirdiği sentez, kesintisiz zincirde ve kesintili zincirde çift yönlü olarak devam eder. Prokaryotlardan en önemli fark olarak, ökaryotlada birçok "replikasyon orijini" ve sentezi yönlendiren daha farklı DNA Polimerazlar bulunmasıdır. Bunun nedenleri şöyle açıklanır:

Ökaryotlarda, prokaryotlara göre daha fazla gen vardır.
Ökaryotik polimerazın saniyede 50 nükleotit olan okuma hızı, prokaryotik polimeraza göre 20 kat yavaştır.
Çoklu replikasyon orijini ile ilk bulguların çoğu bir maya olan Saccharomyces cerevisiae'den elde edilmiştir. Mayadan elde edilen bu repliksyon orijinlerine "özerk replike olan diziler" (ARS) denir. Hücre döngüsünün G1 fazı sırasında bütün ARS dizilerine bazı protein grupları bağlanır ve "orijin tanıma kompleksi" (ORC) meydana gelir. Bu tanıma kompleksleri G1 fazında oluştuğu ve S fazından önce sentez başlamadığı için, sentezin gerçek başlama sinyalinde yer alan daha başka pronteinler de bulunmaktadır. Bu proteinlerin en önemlileri özgül kinazlardır. Kinazlar, hücre döngüsünün ayrılmaz bir parçası olan fosforilasyonun kilit enzimleridir. Kinazlar, ORC'ye bağlandıklarında, DNA polimerazın bağlanmasına açık olan bir "ön tanıma kompleksi" (pre-RC) oluşur. pre-RC'ye bağlanacak DNA polimerazlar, ökaryotik replikasyonun en karmaşık yönüdür. Buna göre, 6 farklı tipte DNA polimeraz formu saflaştırılıp, çalışılmıştır:

Polimeraz α (alfa), β (beta), γ (gamma), δ (delta), ε (epsilon) ve ζ (zeta) (bkz. DNA polimeraz)
Ökaryotlarda doğrusal kromozom uçlarının (telomerler) replikasyonda ortaya çıkan özel sorun, RNA içeren özgün bir enzim olan telomeraz enzimiyle çözülür.

Genetik moleküller arasındaki rekombinasyon, DNA zincirlerini kesen, tekrar sıraya koyan ve tekrar birleştiren bir dizi enzim varlığına dayanır. Gen dönüşümü olayı, bu değiş-tokuşlar sırasında yanlış eşleşme onarımı ile gerçekleştirilen sentez ile en iyi şekilde açıklanabilir.

Yeşim bitkisi ya da ağacı (Crassula), Crassulaceae familyası içinde sınıflanan bir bitki cinsidir.

Dünyanın birçok yerinde doğal olarak bulunurlar, kültür varyeteleri özellikle Güney Afrika'da bulunurlar.

Bu bitkilerin yaprakları ya da gövdeleri çoğaltma amacıyla kullanılır. Kültüre edilmiş formlardan bazıları soğuğa daha dayanıklı olsalar da, çok büyük sıcaklık farklılıkları yeşilliklerini kaybetmelerine ve ölmelerine neden olur.






MARI themes

Blogger tarafından desteklenmektedir.